Fotoğraftaki Kadın

Ana Sayfa > Kitap ve Kültür > Fotoğraftaki Kadın

Fotoğraftaki Kadın

“İnsan özünde bencil bir mahlûkattı. Bir kez aynı masada oturup bir şeyler paylaşmışsa, kırk yıl boyunca o insanı görmeyecek bile olsa hep bir gün görebileceği konumda olsun isterdi. Onlarca yıl hiç aramayayım ama aradığımda telefonun öbür ucunda olsun, hiç gitmesin, hiç solmasın, hiç ölmesin. Her ölen ahbap, her giden dost, her vedalaşılan akraba; kendi nihai yok oluşuna örülen birer taştı aslında.” Alper Kaya – Fotoğraftaki Kadın
Uzun zamandır yazmıyorum. Aslında yazmak istiyorum ama olmuyor. Aklımda, hayatımda olmasını istemediğim ama bir türlü de kurtulamadığım onlarca şey var. Zihnim her zaman ama her zaman sonsuz saçmalıklarla dolu bir karalama defteri gibi. İşe yarar tek bir satır yok. Bazen ölüp bazen de öldürüp kurtulmak geçiyor içimden ama her çözüm onlarca başka sıkıntının kapısını açınca vazgeçiyorum.
Nevzat’ı düşünüyorum en çok. Hayatı, parmaklarımın arasından ıslak bir balık gibi kayıp giden Nevzat’ı. İçilecek onca rakı, tadına bakılacak onca meze varken çekip giden Nevzat’ı. Ve elbette intikamını almayı. Ancak içimde bir yerde kalan son mantık kırıntısı zamanının daha gelmediğini, eğer ortada alınacak bir intikam varsa bile bunu alanın ben olamayacağımı söylüyor ama duymazdan geliyorum.
Bir otobüs yolculuğu öneriyorlar bana. Oldum olası sevmem ben yolculukları. Gideceğim yeri değil, bıraktığım yeri düşünürüm hep. Ayrıca insan ömrü boyunca hiç istediği için değil de hep mecbur olduğu için yolculuk yapınca ister istemez yolculuklara karşı bir önyargı besliyor. Yine öyle oldu ya işte. İstediğim değil, mecbur edildiğim bir yolculuk daha. Varacağım yer ne kadar güzel olursa olsun, bıraktığım yer kadar bana ait değil. Keşke gitmesem, keşke gidemesem…
İnsan garip bir varlık. Nasıl ki adres değiştirdiğinde adı değişmiyorsa, kaderi de değişmiyor. Sanki yanında görünmez bir çanta varmış gibi yanında alışkanlıklarını, dertlerini, aynı sakarlıklarını aynı hatalarını da götürüyor. Maalesef bunu anladığında gideceğin yere varmış oluyorsun. Gider gitmez unutmak, uzaklaşmak istediğin her şey başka bir şehirdeki muadilinin suretiyle karşına çıkıyor.
“Git uzaklaş buralardan, biraz tatil yap.” Bunu diyenleri anlamıyorum. Şehir değiştirmek bir insanı neden değiştirsin ki? Aynıyım işte. Hala banyoya girdimde üzerimden su yerine kan süzülüyor. Hala aynalarda kendi yüzüm yerine, katillerini bulamadığım cesetlerin yalvaran yüzleri. Yürüyen, insan boyunda, devasa bir kanser hücresi gibiyim. Ayak bastığım her yer cinayet mahalli, uzandığım, uyuduğum her yer cinayet büro.
Her yer karanlık. Hoş bir anason kokusu burnumu yakıyor. Belki bu iyi gelir diye kokunun kaynağını arıyorum. Odanın için hayatım kadar karışık; her yer her yerde. Dizim sehpaya çarpıyor. Önce yere düşen, sonra kırılan bir şeyin sesini duyuyorum; bir resim çerçevesi. Ortada bir adam var; saçlar jöleli, esmer, uzun boylu ve yakışıklı. Manken gibi. Diğer yanında bir kadın. Mutlu, güzel, havalı. Neden bilmiyorum ama bu odadan çıkmanın anahtarı o kadında. Ya ben girmeliyim bu çerçeveden içeri ya da Fotoğraftaki Kadın çıkmalı dışarı.

Yorum Gönder

0 Yorumlar